Sayfalar

10 Mart 2011 Perşembe

PINARBAŞI

Her gün sarhoş, her gün sarhoş Şu Aydın’ın uşağı
Alkanlara boyanmış ibrişim kuşağı
Ay mı doğdu, gün mü doğdu Pınarbaşı köşküne
Sen doldur ben içeyim güzel senin aşkına
Ah bey oğlu vah bey oğlu yandı yandı kül oldu
Ne olduysa bana oldu Güzel sana ne oldu
                        
                        Yukarıya alınan Aydın Pınarbaşı ile ilgili türkünün dizeleri uzun yıllardan beri halk arasında söylenmekte Bey oğlu ile halktan bir genç kız arasında geçen hikayenin öyküsü anlatılmaktadır. Bugün türküde bahsedilen köşkten bir eser kalmamıştır. Ama sıcak günlerde Aydın halkı bu mesire yerine gelerek onları yad etmekte türkülerle onları anmaktadır.
               Bu mesire yerine ilk gelişim 1945yıllarına rastlar O zamanlar 7 Eylül ilkokulunda okuyorum yılsonu yaklaşmıştı. Öğretmenimiz “Çocuklar yarın sizleri Pınarbaşı’ na  gezmeye götüreceğim hazırlıklı gelin “ Annelerinizde gelebilir dedi. Akşamdan bütün hazırlıklarımızı yaptık Annelerimizin yaptığı böreklerden aldık sabahleyin erkenden okula gittik. Ders zili çalınca sıra ile yola çıktık. Pınarbaşı denilen yer şehirden pek uzak bir yer değildi. Ramazan paşa camiinin önünden Pazar yerindeki derenin üzerindeki köprüden geçip dere kenarından yürümeye başladık bir müddet gittikten sonra iki tepe arasındaki toprak yolda yürüyerek okaliptüs ağaçlarının göğü örttüğü bir yere geldik. Yolun iki tarafında iki büyük bina vardı. Dere kenarındaki binanın kapısının üzerinde Veteriner Müdürlüğü yazıyordu. Yolun Sağındaki binanın üzerinde büyük harflerle HARA kelimesi yazılı idi. Önünde Büyük bir bahçesi vardı Tel örgü ile çevrili idi İçinde Büyük Atlar ve yanlarında gezinen yavruları taylar vardı. Taylar annelerinin etrafında koşuyor oynuyorlardı. Çok ilgimizi çekmişti hepsi çok güzel hayvanlardı. Bazıları tel örgünün önüne geliyor merakla bizlere bakıyorlardı, bizde onlara yiyecek uzatıyor. Hem de korkuyorduk. İlk defa haranın ne olduğunu veteriner Müdürlüğünün görevlerinin neler olduğunu orada öğretmenimizden dinledik.
                 Haranın önünden dereye doğru yürüdük. Sağ tarafta set üstüne çıkan bir yol vardı.  Oradan set üstüne çıktık. Set üstünden ta aşağılara kadar inen bir kanal vardı, içinde devamlı su akardı. O gün çeşitli oyunlar oynamış hoşça bir vakit geçirmiştik.
                  Daha sonraları Pınarbaşına tekrar gittiğimde Veteriner Müdürlüğünün ve hara binalarının yıkılmış başka yere nakledilmişti, yerine ağaçlar dikilmiş yerler çimlenmişti.
                  Pınarbaşı Cumartesi ve Pazar günleri çok kalabalık olur. Oturulacak yer bulunmazdı. Hıdrellez günü sabahın erken saatlerinde kalkılır yer bulmak için erkenden gidilirdi.



                  Set üstünde ağaçlar arasında patika yollar vardı. Her yer çiçeklerle dolu idi kokular birbirine karışırdı. Büyük bir gazinosu vardı. Aytepe ve Zafer mahallesinin olduğu semtlerde genelde çok eskiden Rumlar Ermeniler ve Yahudiler otururmuş. Gazinoyu da genelde rum meyhaneciler işletirlermiş. Bohemya biraları ve kurtuluş rakılarını gazinonun önündeki veranda da içmek büyük bir zevkti.
                 At arabalarında satılan gübresiz marulların yağlı göbeği çeşmelerde yıkanırdı. Çağla badem, erik sepet içinde cam bardakta, Kargı çöpüne kiraz sapından yorgan ipliği ile 5-6 tane sarılır öyle satılırdı. Renk renk macunlar küçük şişler üzerine sarılır, keten helvacılar anında yaptıkları helvaları çubuklara sararak satarlardı.
                    Bazen arkadaşlarla bir olur evden aldığımız zeytin peynirlerle ve dışarıdan aldığımız marul ve benzeri şeylerle kendimize bir sofra kurar ortaklaşa aldığımız rakıyı gazozla içerdik.
                     Gençler akasya ağaçlarının süslediği sevda yolunda gezmeyi  tercih ederlerdi, Kavak ağaçlarının altına yayılırdık. Beyaz zakkumların süslediği mekanlarda yer sofraları kurardık. O eski uzun servi dallarına kurduğumuz salıncaklarda sallanır, ip atlar, mendil kapmaca oynardık. Susadığımızda abanırdık kaynak suyuna yüzükoyun lıkır lıkır içmesine doyum olmazdı. Bazen sokak düğün alayları gelir, gırnatalı ve klarnetli çengicilerin çaldığı şarkılarla dolar taşardı. Herkes dere kenarında yer bulmağa çalışır, erken gelenler en güzel yerleri kaparlardı. Paytonlar derenin kenarına kadar gelir yolcularını orada indirir sonra tekrar yolcu almağa boş dönerlerdi. Yazın derenin suyu azalır karşı tarafa geçmek için taşların üzerine tahta koyarlar tahtadan tahtaya atlayarak karşıya geçerlerdi. Gençler taşların üzerinden atlayarak karşıya geçmeğe çalışır yosun tutmuş taşların üzerinden kayarak suya düştükleri olurdu. Bazen de özellikle düşerlerdi Herkes gülsün diye öyle muzip arkadaşlar vardı.
                            1950 den sonra Pınar başında büyük bir yüzme havuzu yapıldı.   Gençler çocuklar bu yüzme havuzunda hem yüzmeyi öğrendiler. Hem de Beden terbiyesinin organize ettiği yarışmalara iştirak ettiler.
                               Yaz geceleri havuzun kenarında yemekler yenirdi. Hafiften çalan dans şarkılarında bazen de orkestra eşliğinde dans edilirdi. Yüzme havuzunda düğün yapmak her baba yiğidin harcı değildi.
                                Seneler sonra Pazaryerini geçip köprüden geçince dere kenarında Gazinolar açıldı. Uzun zaman Aydın halkı yaz geceleri bu gazinolarda eğlendiler. İzmir’den, İstanbul’dan gelen sanatçılar buralarda konserler verdiler.
                                Aradan seneler geçti. Pınarbaşı çok değişmiş bugün bir mesire yeri değil bir gezinti mekanı olmuş. Yollar parkelenmiş dere kenarına set yapılmış. Güzelde olmuş.
                                Yeni pınar başını yaz günü geldiğimde gezecek düşüncelerimi sizlerle tekrar paylaşmağa çalışacağım. Sağlıcakla kalın.

ERDEM ERGENEKON

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder